DAĞLAR

 Ömer Ali

Ah şu heybetli dağlar… Vakur duruyorlar şu camın ötesinde. Kimileri yeşil, kimileri kıraç; kimileri heybetli bir ihtiyar, kimileriyse henüz körpe bir genç. Kim bilir kaç yıldır oradalar.

Zirvelerine çıkmak için duyduğumuz o hasretin kaynağı neydi?

Peki ya o körpe çobanların adeta ozan kesilerek onlara türkü yakmalarının?

Bu dağlara en körpe çobanları bile salsan köylerine ozan olup da dönerlerdi.

Bizimle iç içeydiler. Beni çağırıyorlar duyuyorum. Çünkü bizi seviyorlar. Bize saygı duyuyorlar. Bu saygı ve sevginin kaynağını Rahman kitabında açıklıyor beklide.

“Eğer biz Kuran’ı dağlara indirseydik un ufak olup yere serilirlerdi.”

Muhabbetleri bundandı beklide.

Şamil karargahını bir kartal misali dağların doruğuna kurmuştu.

Şerefsizler de dağlara sığınıyorlardı adeta bir akbaba gibi.

İnsan! Bazen bütün kâinatın anlamı beş harfli bir kelimeye sığıyor. Ya Eşref-i Mahlukat ya da aşağıların aşağısı. Dağlar ikisini de koruyordu ama. Demek ki ümit vardı. Aşağıların aşağısının içinde bir zerre de olsa o sihirli şeyden vardı.

Ah ne güzel ev sahipleriydi onlar. Onlardan ayrıldık ayrılalı Rahman’ı unuttuk, Rahman da kendimizi unutturdu bize.

Ah bu dağlar neydi böyle. Nebilere bile yoldaş olmuşlardı. Allah’a yaklaştırıyorlardı insanı.

Paylaşın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Doğrulama Kodu (gerekli) * Süre doldu. Lütfen doğrulama kodunu(CAPTCHA) yenileyin!